Adana Çiftçileriyle Konuşma
Türk Ocağında çiftçiler tarafından verilen ziyafette söylenmiştir.
Sayın çiftçi kardeşlerim;
Diyebilirim ki hayatımda yaşadığım en yüce, en sade, en mutlu ve içten gece bu gecedir. Çünkü bu gece çok derin saygılarla, sevgilerle bağlı olduğumuz milletimizin büyük çoğunluğunu oluşturan çiftçilerimizle bir sofrada bulunuyorum. Bu sofrada onların emekleriyle üretilmiş ekmeği onlarla beraber yiyoruz.
Arkadaşlar! dünyada fetihlerin iki aracı vardır. Biri kılıç, diğeri saban. Başka yerde de söyledim ve burada bir daha tekrarı yararlı buluyorum. Zaferinin aracı yalnız kılınçtan oluşan bir millet, bir gün girdiği yerden kovulur, rezil edilir, sefil ve perişan olur. Öyle milletlerin sefaleti, perişanlığı o kadar büyük ve acı olur ki, kendi memleketinde bile esir bir halde kalabilir. Onun için gerçek fetihler yalnız kılınçla değil, sabanla yapılandır. Milletleri vatanlarında yerleştirmenin, millete aynı kararda sürekli tutma vermenin aracı sabandır, saban, kılıç gibi değildir. O kullanıldıkça kuvvetlenir. Kılıç kullanan kol çok geçmeden yorulduğu halde sapanını kullanan kol zaman geçtikçe toprağın daha çok sahibi olur. Kılıç ve saban bu iki fatihten birincisi, ikincisine daima yenildi. Tarihin bütün olayları hayatın bütün gözlemleri bunu doğruluyor. Milletimiz çok büyük acılar, yenilgiler görmüştür. Bütün olanlardan sonra yine bu topraklarda bulunuyorsa bunun gerçek sebebi şundadır: Çünkü Türk çiftçisi bir eliyle kılıncını kullanırken, diğer elindeki sabanla topraktan ayrılmadı. Eğer milletimizin büyük çoğunluğu çiftçi olmasaydı biz bugün dünya yüzünde bulunmayacaktık.
Arkadaşlar! Felâketler, üzüntüler, yenilgiler milletler üzerinde birtakım etkenler oluşmasına neden olur. Bu etkenlerden başlıcası, öyle kara günlerinden sonra milletlerin uyanıklığını ve ağırbaşlılığını bulması, kendi benliğini duymasıdır. Uzun yüzyılların acıklı sonuçları neticede bizim milletimizde de bu duyguları doğurdu. Tam bir güvence içinde söylerim ki, milletimiz baştan başa böyle bir uyanıklığa sahip olmuş, olgun bir millet halindedir. Açıklıkla ve tam bir övünçle ilân ederim ki, bu millet milli benliğini anlamış, bulmuş ve bunu bütün dünyaya ispat etmiştir. Milletimiz son zaferleri hep bu duyguları, bu anlayışı sayesinde kazandı. Milletleri yükselten bu duygulara bir neden daha ilâve edelim; intikam hissi… Milletlerin kalbinde intikam hissi olmalı. Bu basit bir intikam değil, hayatına, yazgısına, refahına düşman olanların zararlarını temizlemeye yönelmiş bir intikamdır. Bütün dünya bilmeli ki, karşımızda böyle bir düşman oldukça onu affetmek elimizden gelmez ve gelmeyecektir. Düşmana merhamet acizlik ve zayıflıktır. Bu, insaniyet göstermek değil, insanlık duygusunun sona ermesini ilân etmektir. Arkadaşlar, milletleri kurtaran bu duyguların ve nedenlerin gelişimini en fazla çiftçilerimizden sağlamalıyız. Çünkü çiftçi ve çoban bu millet için temel unsurdur. Gerçekte diğer unsurlar bu ana unsur için gerekli ve yararlıdır. Ancak hiçbir kuruntuya kapılmadan bilmeliyiz ki o asli unsur olmazsa diğer unsurlar da yoktur.
Mustafa Kemal Paşa bundan sonra topraklarımızın kıymetini ve özellikle Adana ilinin toprağındaki bereketi belirtmişlerdir.
Hemşehrisi olmakla övünç duyduğum bu şehrin bitki yetiştirme bakımından kuvvetini, toprağındaki serveti anlamak için Adana ile Mısır arasında ufak bir karşılaştırma yapacağım. Bilirsiniz ki, Mısır toprağı bereketle, verimli ve ürünlü olması ile “Altın yuvası” denmekle tanınmıştır. Halbuki güzel Adana’mız hiçbir zaman Mısır’dan aşağı değildir. Bunu anlamak için belli birkaç noktayı işaret edeceğim. Bildiğime göre Mısır’ın asıl kıymetli sahası olan delta kısmı 16 bin kilometre karedir. Halbuki Adana’nın aynı kıymette bulunan toprakları 50 bin kilometre karedir. Bu saha içinde ovalar parçası ile Seyhan ve Ceyhan arası 20 bin kilometre karedir. Görüyorsunuz ki, yalnız bu kısım bile ölçü itibariyle Nil deltasından büyüktür. Sonra Mısır toprakları yüzyıllardan beri işlene işlene çok eskimiştir. O topraklar yorgundur, ancak gübre ve fen yardımıyla kuvvetini koruyabilmektedir. Halbuki Adana toprakları henüz genç, dinç, her türlü verime hazırdır. Mısır toprakları fenni araçlardan yararlanabilmek sayesinde ancak bire on veriyor, halbuki Adana toprakları normal ve basit hallerde bire on daima vermektedir. Özen gösterildiği takdirde bire yirmi, otuz verebilir. Adana’nın Mısır’a tercih edilen ayrıcalıkları yalnız bu kadar değildir. Bizim vilâyetimiz denizli, körfezli, limanlı, ovalı, dağlı, tepeli, güneşli, yağmurlu, sıcaklı, serinli çeşitli iklimlerin tamamından oluşmuş bir bütündür. Bu bütün içinde hububata ait arazilerden başka, Mısır bu vilâyetin ormanlarında yetişen keresteden yoksun bulunmaktadır. Bu vilâyetin koyunlarından ve hayvanlarından Mısır mahrumdur. Meyvelerin her türü Mısır’da yetişmez. Bu bakımdan da Adana’mız Mısır’a üstündür.
Arkadaşlar, buraya kadar Adana ile Mısır arasında hep göğüslerimizi kabartacak, bize şükür ve kıvanç verecek karşılaştırmalar yaptım. Bir de acı verecek uğursuz karşılaştırmalar da var, onları da söyleyeyim. Biliyorsunuz ki, Mısır’ın hayatı Nil’dir ve Nil’in, hayat kaynağı oluşu ise fenni düzenlemeler ve donanımlar iledir. Adana’yı da üç büyük nehir suluyor. Fakat bu nehirler ilim ve fennin o düzenlemelerinden mahrum olduğu için, taşkınlar da yarar yerine zarar veriyor. Düzensiz akıntılar yüzünden taşımacılık kesintiye uğramaktadır ve meydana gelen bataklıklar yüzünden ovalar sıtmalıdır. Bu hastalıklar yüzünden halk çalışmaya kuvvetsiz kalıyor ve vilâyetin nüfusu azalmaya mahkûm oluyor. Demin dedim ki, Adana vilâyetinin yalnız ova ve nehirler arası bile Mısır’dan fazladır. Halbuki bir de her iki bölgenin nüfusunu düşününüz. Adana’daki 400 bin nüfusa karşılık Mısır’da onbeş milyon nüfus var. Bunun dokuz milyonu Adana ovasından daha küçük olan Mısır deltasında bulunuyor. Demek ki, deltanın nüfusu Adana ovasından yirmi misli fazladır. Ve demek ki, bu verimli vilâyetin ovaları daha yirmi misli nüfusu rahat, mutlu, zengin etmeğe yeterlidir. Bu nüfusu bugünkü doğal ve zor şartlar içinde az zamanda sağlamayamayız. Nüfusu artırmaya ait bütün önlemlerimizi almakla beraber bu önlemler ne kadar geniş ve kuvvetli olursa olsun, bu nüfus boşluğunu karşılamaya yeterli değildir. Bu boşluğu ancak makineyle gidereceğiz.
Arkadaşlar, Adana vilâyeti bir devleti başlı başına idareye yeterli bir servet kaynağıdır. Dünya Savaşından önce Mısır yedi buçuk milyon kantar pamuk üretiyordu. Bu pamuk 35 milyon altın lira getirirdi. Genişliği, verim kuvveti bakımından Mısır’dan aşağı kalmayan Adana’nın bu miktarda pamuk üretmesine hiçbir engel yoktur. Adana bir yıllık 35 milyonu yalnız pamukla pekâlâ kazanabilir. Biz bunların inşaallah hepsini sağlayacağız. Yalnız bunun için bir şeye gerek vardır: Ekonomimizde tam bağımsızlık. Güzel vatanımızı yoksulluğa, memleketi haraplığa sürükleyen çeşitli nedenler içinde en kuvvetli ve en önemlisi ekonomimizde bağımsızlıktan mahrum oluşumuzdur. Şükretmeğe ve övünmeye değerdir ki, bu bağımsızlığı bugün fiilen elde etmiş bir yerde bulunuyoruz. Ancak fiilen sahip olduğumuz bu bağımsızlığı düşmanlarımıza şeklen ve resmen de onaylatmak gerekmektedir. Devletin ve milletin son amacı işte bu noktayı sağlamaya yönelmiştir. Kuvvetle ümit ediyoruz ki, bu noktayı sağlamada başarı gerçekleşecektir. Bu nokta o kadar hayati ki onu mutlaka elde edeceğiz.
Devletler şimdiye kadar bize şu ve bu meselelerde gösterişli izinlerde bulunuyorlar gibi görünüyorlar. Ancak iktisadi esaretle bizi felce uğratıyorlardı. Öteden beri bize bazı şeyleri vermiş gibi, bizim bazı haklarımızı tanımış gibi durum alırlar, gerçekte iktisatta elimizi kolumuzu bağlarlardı. Bu esarete katlanan devlet ileri gelenleri memnundu. Çünkü görünüşte büyük bir bağımsızlık sağlamışlardı. Fakat gerçekte milleti mânen yoksulluk çukuruna atmışlardır. Bunlar iktisadi mahkûmiyeti anlayamayan bedbaht hayvanlardı. Fakat artık bugün milletimiz hayat noktasının nerede olduğunu çok güzel anlamıştır. Özellikle Adana’nın aydın halkı, bu gerçekleri çok iyi anlamaktadır. Arkadaşlar, şimdiye kadar büyük zaferler kazandık. O zaferleri hayat için, saadet için milletin refahı için yeterli zannettik; bu şekilde aldanıştan aldanışa düştük. Halbuki zafer ve fetihlerden sonra derhal sanat ve iktisadiyat alanında hızlı adımlarla yürümek gerekiyordu.
Bilirsiniz, Ruslar İsveç’in mahkûmuydu. Büyük Petro çok kanlı savaşlardan sonra Rus istiklâlini temin etti. Fakat istiklâli kurtarır kurtarmaz derhal memleketin içinde ziraat ve sanatı asırların gereklerine göre yürütmeye yöneldi. Bizler de gerçek kurtuluşa ermek istiyorsak, çok kan dökerek, kazandığımız zaferlerden sonra çok fedakârlık yaparak ziraat, ticaret, sanat sahasında güvenli adımlarla yürümeye bakalım.
Mustafa Kemal Paşa burada kağnı ile otomobile, yelken gemisiyle vapura rekabet edilemeyeceğini, memleketimizdeki araçların ne ilkel yapıda olduğunu, medeniyette nasıl geri kaldığımızı, bu araçsızlık yüzünden Amerika unlarına rekabet edemediğimizi, milletin kendi sahillerindeki vatandaşlarını besleyememesindeki acılığı anlattıktan ve yalnız kendimizi bilmek değil etrafımızdaki komşuları, milletleri ve onların hangi vasıta ile donanmış olduğunu da bilmek lâzım geldiğini ve bugün İslâm âleminin ne halde bulunduğunu açıkladıktan sonra sözlerine şöyle devam etmişlerdir:
Arkadaşlar! Milletimizin içinde bulunduğu bu aldanışın gerçek nedeni nedir? Bu millet ki asırların aldanışı içinde en sonunda gözünü açtığı zaman, kendini insan mezarının kenarında bulmuştu. Bir an ve bir adım daha, artık sonsuza dek gözünü açmamaya mahkûm kalacaktı. Bundan sonra inşallah milletin uyanık gözleri bir daha kapanmayacak, artık bundan sonra o gözler nurlu, alevli ve dikkatli kalacaktır. Fakat bunun böyle olmasını sağlamak için eski durumun gerçek nedenini aramak ve bir daha tekrarlanmasına meydan bırakmamak gerekir.
Bizi mezara götüren o gerçek neden nedir? Bunu hiç şüphesiz idaremiz içinde aramalıdır. Demin arkadaşımız Ramazan Ağa çok güzel izah etti: “Ben hiç mektep, medrese görmedim, cahilim kusura bakmayın” dedi. Keşke mektep, medrese görmeyenlerin hepsi değerli Ağa gibi olsaydı. Çünkü kendileri çok bilgin ve daha gerçek bilgi sahibidir. Okur yazar olmayan Ramazan Ağa, cahil olmadığını demin konuşmamız sırasında çok güzel ispat etti. Özetle demiştir ki:
“Eski Osmanlı hükûmeti sopaya sahipti. Biz çalışırız, ürünlerimizi elimizden alırlar. Yine karşımızda sopayı görürdük. Dinleyecek makam yoktu. İşitirdik birtakım insanların sarayları, cariyeleri varmış, onların başında sultan varmış. Meğer bizim bütün mal ve mülkümüz onlarınmış. Bizi her şeyden mahrum eden meğer o saraylar, o sultanlarmış”.
Evet arkadaşlar, o saraylar ve o sarayların etrafını çeviren hainler asırlarca bu milleti aldanışta bıraktılar; onu aydınlığa koşmaktan yasakladılar. Onlar bu milleti ve bu memleketi yalnız iki zamanda düşünürlerdi. Biri paraya, diğeri askere gerek duydukları zaman! Bir baştan memleketi soyarlar, diğer yandan milletten aldıkları askerle Viyana’yı, Mısır’ı, İran’ı zabtetmek için fetihlere kalkarlardı. Halbuki milletin o fetihlerde hiçbir milli isteği, vicdani isteği ve çıkarı yoktu. Onların hırsı, onların şan ve şerefi için, bu milletin evlâtları bir daha dönmemek üzere onların arkasından sürüklenirlerdi. Sonra onların, saraylardaki büyük gösterişi sağlamak için paraya ihtiyaçları vardı. Bu parayı milletten sopa ile alırlardı. Bütün bunların sonucu milleti yoksulluğa, haraplığa sonunda ölümün kıyısına götürdü. İşte bu idare şekline padişahlık idaresi denir. Arkadaşlar, bu idareyi bir daha dirilmemek üzere tarihe gömdük. Bugün eski idareden büsbütün ayrı yeni bir Türkiye devleti var. Bunu idare eden Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’dir. Tam bir cesaretle diyebiliriz ki, bugün bir halk hükümetimiz vardır. Bu halkın kaderi artık sonsuza dek bu halkın elindedir. Gerçekten bugün bu hükûmetin bütün prensiplerini, bütün usullerini bu yeni idarenin gereklerine göre uygulayamadık. Ancak insafla düşünmeli, yeni idarenin hayatı kaç seneliktir ve nasıl bir zamanda doğdu ve nasıl şartlarla büyüdü? Arkadaşlar, bir hükûmet iyi midir, kötü müdür? Hangi hükûmetin iyi veya kötü olduğunu anlamak için, hükümetten amaç nedir? Bunu düşünmek lâzımdır. Hükûmetin iki amacı vardır. Biri milletin korunması, ikincisi milletin refahını sağlamak. Bu iki şeyi sağlayan hükûmet iyi, sağlamayan kötüdür. Eski Osmanlı hükûmeti bu iki amacı sağlamış mıdır? Bu soruya tam bir kesinlikle verilecek cevap olumsuzdur. O hükûmet bir defa milleti koruyamadığı gibi, daima ve daima kırdırmıştır. Bilir misiniz, yalnız son kırk beş seneden beri Yemen’de yok olan askerilerimiz ve dönmeyen evlâtlarımızın adedi bir buçuk milyona yakındır. Balkanları, Suriye’yi, şurayı, burayı düşününüz.
Birçok yerlerde bekçilik yapmak için öldürülen sınırsız, hesapsız evlâtlarımızı düşününüz. O hükümetin bu milleti nasıl doğrattığını anlarsınız. O hükümet birinci amacını yapamadı. Bari ikinciyi yaptı mı, bari kalanlar mutlu ve zengin midir? Bunu hiç düşünmeye gerek yok. Yazık ki memleket baştan sonuna kadar virâneliktir. Her yerde baykuşlar ötüyor. Milletin yolu yok, serveti yok, hiçbir şeyi yok. Bütün millet acınacak bir yoksulluk içindedir.
İşte eski hükûmet şekli milleti bu halde bıraktı. Çiftçi arkadaşlar, herkes sizler gibi vicdanlı, saf ve temiz kalpli olsaydılar onlara eski hükümetin kötülüğünü anlatmayı gereksiz sayalım. Fakat kendisini bilgili zanneden birtakım akılsız ahmaklar, vicdansız hainler var. Bunlar benim kötü olarak açıkladığımı, size iyi olarak anlatacaklardır. Onlara verilecek cevabın ne olması gerektiğini sizlere bırakıyorum.
Şimdiki hükûmet şeklimiz, bizim için en iyi ve en uygun olanıdır. Henüz üç buçuk dört yaşında olan bu devletim, bu süre içinde yaptığını birim olarak alınız ve aynı birimle bundan sonrayı da inceleyiniz. Bu hükümet şeklinin dört senede ne yaptığını düşününce, bundan sonra da ne yapılabileceğini anlarız. Dört senelik kısa bir zaman içinde milli varlığımızı, şerefimizi, şahsiyetimizi kurtardık. Bütün dünyaya karşı yalnız bugünkü varlığımızı korumakla kalmadık, asırların omuzlarımıza yüklettiği günahları da temizledik ve onların işleyicisi olmadığımızı insanlık dünyasına fiili olarak ispat ettik. Gerçekten bu hükümet şekli, bu kısa süre içinde milleti rahat ve mutlu yapamadı. Bin türlü zahmet ve sıkıntılar içinde ilk adımlarını atan bu hükümet şeklinin kazançlarını henüz maddi bir halde görmüş değiliz. Ancak yapılan şeyler bize, yapılacak şeyleri de çok güzel gösteriyor. Hepimiz vicdanlarımızda en kuvvetli inançla ve güvenle biliyoruz ki, milletimiz mutlaka zengin, rahat ve mutlu olacaktır. Hükûmetimizin şekil ve mahiyeti bu amacı sağlamaya yeterlidir, kefildir ve gücü iyidir.
Mustafa Kemal Paşa bundan sonra milli iradeden, milletin hâkimiyetini artık kimseye vermeyeceğinden, hâkimiyetin bir millet için hayat, namus ve her şey olduğundan, artık milletin namus ve hayatını başkasına bırakamayacağından, bu milletin elinden hâkimiyetini almak isteyen hain ve aldatıcıların artık başarılı olmalarına imkân olmadığını anlatarak sözü kendi hakkında gösterilen övgü ve gösterilere getirerek devam etmişlerdir.
Gerek bu gece burada ve gerek dünden beri her yerde, saygıdeğer hemşehrilerim Adanalıların hakkımda gösterdikleri çok kıymetli, çok ateşli ve içten değerbilirlik ve güler yüzlülüklerden bütün varlığımla duyguluyum ve kendilerine teşekkür borçluyum.
Yalnız şunu bir gerçek olarak biliniz ki, şeref hiçbir zaman bir adamın değil, bütün milletindir. Eğer yapılan işler önemli ise, gösterilen başarılar belliyse, inkılâplar dikkati çekmişse her fert kendini tebrik etmelidir. Çünkü böyle büyük şeyleri ancak çok yetenekli olan büyük milletler yapabilir ve bu milletin her ferdi böyle en yetenekli ve büyük bir milletten biri olduğunu düşünerek kendini tebrik etsin.
Mustafa Kemal Paşa bundan sonra milletteki dayanışmadan, fikir, duygu ve niyet birliğinden, bu üç şeydeki birlikle başarıya erdiğimizden, milletin bir dayanışma kitlesi olması ile Yunanın denize döküldüğünden ve bundan sonraki mücadelede de bu dayanışmayı daha fazla kuvvetlendirmeye ihtiyacımız olduğundan söz ederek sözlerine şöyle devam etmişlerdir.
Üç dört yıl önce girişimlerimin başlangıcında, kuvvetli sözler söylemiştim. Bu milletin yetenek derecesini yakından ve içinden görmek bakımından kuvvetli sözler söylemiştim. O zaman onları küçümseyen hafif beyinli kimseler vardı. Fakat sırf milletimizin ruhundaki büyük yeteneğe güvenerek, gerçekleşmesinden önce söylediğim o sözlerin, gerçekler ve hareketler ile maddeten doğruladığını görmekle mutluyum. Hiçbir sözümde milletime karşı geri dönme durumunda kalmadım. Onları söylerken bir hayalperest gibi, hayal söyleyen bir şair gibi değil, onları söylemekliğim bu milletteki yetenek unsurlarını bilmekliğimden idi. Yine aynı unsurlara güvenerek siz saygıdeğer çiftçilere kesinlikle söylüyorum ki, geleceğe dair söylediklerim de kolaylıkla gerçekleştirilebilirdir ve gerçekleştirilecektir. Yeter ki birbirimize olan güven bitmiş olmasın.
İyi biliniz ki, bu güveni bozmaya çalışanlar vardır. Sizi aldatmak ve alçaltmak isteyenlere açıkça sorunuz. Biliniz ki o aldatıcılar açık sözden kaçınırlar. Onlar kulaktan kulağa söylemeyi tercih ederler. Siz onlara “fısıldama istemiyoruz” deyiniz. O hainlerin fısıltısı kısılsın, millet her şeyi açıkça öğrensin ve açıkça sorsun.
Mustafa Kemal Paşa burada savaş ve barış hakkındaki düşüncelerini açıkladıktan sonra sözlerine devam etmiştir:
Mutlaka şu ve bu sebepler için, milleti savaşa sürüklemek taraftarı değilim. Savaş mecburi ve hayati olmalı. Gerçek düşüncem şudur: Milleti savaşa götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, “ölmeyeceğiz” diye savaşa girebiliriz. Lâkin, millet hayatı tehlikeye maruz kalmayınca, savaş cinayettir.
İnşallah iyi ve şerefli bir barış yapacağız. Barışın imzasıyla önümüzde bir çalışma devri açılacak. O zaman Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihi görevini tamamlamış olacağı için, tabiatiyle yeni seçimler yapılacaktır. Saygıdeğer çiftçiler, yeni seçimi çok önemli bir vatan meselesi olarak kabul ediniz. Çünkü bundan sonra toplanacak olan meclisin memlekete, millete yapmaya mecbur olduğu görevler çok güç, çok ağır, çok önemlidir. İçinizde memleketi ve milleti en çok seven, aklına, anlayışına, vicdanına en çok güvendiğiniz insanları seçiniz. Ancak bu sayede meclis sizin isteklerinizi yapmaya, lâyık olduğunuz rahatlığı sağlama gücüne sahip olacaktır. Bana gelince millet beni tekrar seçerse, bu yeni meclise dahil olurum. O zaman görevimi güvenle yapabilmek için, bir Halk Fırkası kurmak isteğindeyim. Partinin programını gerektiği zaman bütün millete bildireceğim. Memnun olursanız iyi bulduğunuz yerler olursa onları kabul ettiğinizi memnun olmadığınız yerler olursa onları da bana bildirirsiniz. Ben de düzeltirim. İstiyorum ki, o program şahsi olmasın, bütün milletin programı olsun.
Mustafa Kemal Paşa sonra siyasî duruma geçerek düşündüklerini anlatmışlar ve sözlerine şöyle devam etmişlerdir:
Devletlere verdiğimiz son karşı cevabı biliyorsunuz. Basit, kanuni, hayati olan şartlarımızı devletler kabul etmezler de bizi savaşa sevk ederlerse, sakın telâş etmeyiniz. Emin olunuz ki o zaman belki şimdikinden daha kuvvetli bir devre sahip olacak, daha uygun şartlar elde edeceğiz. Ordularımız da her tarafta maddi ve manevi güvenceyi elde etmeye yeterli bir güçtedir.
Mustafa Kemal Paşa çiftçilere teşekkür ederek daha uygun zamanlarda kendileriyle yakınlık içerisinde etraflı görüşeceklerini temin eyleyerek iki saat onbeş dakika devam eden konuşmasına aşağıdaki cümle ile son verdi:
Saygıdeğer çiftçiler, sizler hepimizin babasısınız, hepimizin efendimizsiniz.
Hâkimiyeti Milliye, 21 Mart 1923