Batı Cephesi Birinci Kuvva-yı Seyyare Kumandanı Çerkez Ethem ve Kardeşi Tevfik’in Hareketleri Hakkında
Saygıdeğer Efendiler! Batı Cephemizi oluşturan askerî kuvvetlerimiz yanında birinci seyyar kuvvet adını verdiğimiz kıtanın başında komutan olarak Ethem Bey ve bunun kardeşi Tevfik Beyin bulunduğunu hepiniz bilirsiniz. Bunlar hakkında ve bunların son zamanlardaki girişimleri hakkında, bir iki nedenle Yüce Heyetiniz’e bazı açıklamalar yapmıştım; fakat bu açıklamalarım gizli oturumlarda gerçekleştiği için mesele bütün milletçe henüz bilinmemektedir. Bundan dolayı en son evre hakkında bildirilerde bulunmadan önce şimdiye kadar gerçekleşmiş olan olayların son derece kısa bir özetini yapmak istiyorum; fakat gerçekleşecek bildirilerim çok kısa olacaktır ve birçok araştırmaların sonucunda elde edilen deliller ve belgelerin verdiği kesin görüşlere dayanacaktır. Ethem ve Tevfik Beyler, yazık ki başlangıcından son zamanlara kadar bizimle beraber ve içimizde arkadaşlık etmiş bulunan Reşit Bey ile beraber milletin ülke çıkarlarını savunmak için emir ve komutalarında bulundurmaya başarılı oldukları kuvvetlere dayanarak birtakım hayallere saptılar. Bizce kesin görüşe dayanarak ortaya çıkmış olan bu görüş şu idi:
Öncelikle Kütahya ve çevresinde kendi anlatımlarınca bir hükûmet, fakat bizim gerçeği ifade etmek üzere kullanacağımız önlemlerle bir derebeylik kurulmasına yeltendiler. Bir taraftan bu derebeyliğini Afyonkarahisarı’na, Isparta’ya ve belki Konya’ya, Eskişehir’e kadar yaymaya girişmekle beraber memleketin diğer bölgelerinde bile kuvvetler oluşturulması ile daha fazla yayılmak ve şekillenmek ve sonuç olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni düşürerek yerine Genel Kurul’a sahip bir hükûmet oluşturmak istemişlerdir.
Doğal olarak bu kadar yanlış fikirlere kapılacaklarını ve kötü yola sapacaklarını hiçbirimiz düşünmek istemezdik. Yalnız hepimizce bilinen bir gerçek var idi ise, o da Ethem Bey ve Tevfik Bey, kendilerine bağlayabildikleri bazı kimselerle memleket içinde daimî bir terörün sürmesine taraftar bulunuyorlardı. Yine bu adamlar, memleket ve millet çıkarları adına görev yaparken; her görev yaptıkları yerde milleti zarara uğratıyorlardı. Şüphe yok ki Yüce Heyetiniz ve hepimiz bu adamların ve kuvvetlerinin millete vermekte oldukları zararları yakından görüyorduk. Fakat öyle devirler geçirdik ki o devirlerde doğal olarak her kuvvetten yararlanmak zorunda idik ve her kuvvetin kötülüklerini yok ederek olumlu ve faydalı bir hale getirmek ümidini de kuvvetli olarak saklıyorduk. Ethem ve Tevfik Beyler’in kuvvetleri hakkında ilk uygulamak istediğimiz önlemler bunları mantıkî, uygun, yasal ve yararlanılabilir bir hale getirmek olmuştu; bununla uzun zaman mücadele edildi. Doğal olarak Hükûmetimiz ve Hükûmetimizin memleket içinde bütün teşkilâtı, bir taraftan cephelerdeki ordularımız günden güne düzen, mükemmeliyet ve kudret gösteriyor, ordu ve Hükûmet her tarafta önlemlerini uyguladıkça ve bu uygulamalarda gücünü gösterdikçe Ethem ve Tevfik Beylerin hayalhanesinde, yalnız hayalhanelerinde oluşan emel, yayılma sahası bulmaktan yoksun kalıyordu. Son zamanlarda Batı Cephesi’nde bir komutan değişimi oldu. Bildiğiniz gibi Fuat Paşa oradan ayrıldı. Yerine, bütün cephe ikiye ayrılarak bir kısmına Genelkurmay Başkanı İsmet Bey, diğer kısmına da İçişleri Bakanı Rafet Bey memur edildiler. Hükûmetin bu iki kişiye vermiş olduğu görev, bu iki cephe üzerinde kuvvetli ve düzenli birer ordu oluşturmak ve diğer taraftan bütün o sahada ve bütün o bölgelerde Hükûmetin gerçek olarak kurulduğunu ve bu kurulan Hükûmetin şeref ve haysiyetinin daima saklı kaldığını herkese göstermek ve gerekirse fiilen uygulamak idi. Bu iki kişi, yüklendikleri görevleri ilk andan itibaren olağanüstü bir şekilde uygulamaya başladılar. İşte bu uygulamalar sırasında idi ki, Ethem ve Tevfik Beyler, kendi plânlarını bir süre sonra uygulamak yerine erteleme gereğine inanmış oldular.
Ethem Bey, rahatsızlığını bahane ederek kâh Eskişehir’de ve kâh Ankara’da çalışıyordu. Reşit Bey Meclis’in içinde çalışıyordu. Tevfik Bey, kardeşi Ethem Beyin Bakanı sıfatiyle Kütahya ve o bölgedeki kuvvetlerinin başında çalışıyordu ve her üçü aynı amaca çalışıyorlardı. Ethem Bey, hastalık bahanesiyle burada bulunduğu bir sırada cephede bulunan Tevfik Bey, hiç anlamı olmayan birtakım nedenler ile Hükûmet ve ordunun uygulamalarına itiraz etmeye başladı ve bu itirazlarını Büyük Millet Meclisi’nin kanunlarının uygulanmamasına kadar ilerletti. Örnek olarak hatırıma gelen birkaç şeyi söyleyeceğim. Örneğin: Casuslar Büyük Millet Meclisi’nin koyduğu kanun gereğince İstiklâl Mahkemelerine bırakılır. Firar meseleleri İstiklâl Mahkemelerine bırakılır. Halbuki Seyyar Kuvvetin başında bulunan Tevfik Bey, her iki meseleyi de doğrudan doğruya kendisi hallediyordu. Yani filân adam casustur diye Tevfik Bey tarafından derhal idam ediliyor, yahut firara neden olmuştur diye Tevfik Bey veyahut Ethem Bey tarafından idam ediliyordu. Halbuki mutlaka her idam olunan, casus veyahut firari değildir. Bunlar kendi nüfuzlarını, tehditlerini yapmak ve yaymak için böyle terör uyguluyorlardı. Batı Ordusu Komutanı, bütün komutanlara olduğu gibi bunlara da göndermiş olduğu bir genelgede bunu yasaklamıştı. Onlar, buna itiraz ettiler ve bu itirazlarında haksız olduklarını basit bir konuşma sonucunda kendileri de kabul ettiler. Örneğin, Simav ve çevresinden düşman çekildikten sonra Hükûmet memurları bulunmadığından halkın durumu karmakarışık bir halde bulunuyordu. Merkezi Hükûmet gereken memurlarını, jandarma ve polis tâyin edip gönderinceye kadar orada sadece halka bir idarî makam olmak üzere Batı Ordusu Komutanı, oraya bir bölge komutanı tâyin etti. Simav ve Çevresi Komutanı diye bir kişiyi tâyin etti ve oraya yeterli sayıda jandarma ve kuvvet gönderdi. Buna da itiraz ettiler. Batı Ordusunun böyle bir kararı uygulamaktan başka bir fikir ve amacı da vardı. O da şu idi: Yunanlılar çekildikçe derhal birinci Seyyar Kuvvete bağlı olan müfrezeler oralara gider, halkı soyar veyahut “asker yapacağız” diye gerekenleri alır ve bir kısmını “siz Yunanlılarla beraber hareket ettiniz diye” öldürür. Böyle birtakım bitmez saldırılarda bulunuyorlardı ve bunun sonucu olarak, hıyanet sonucu olarak, ya Yunanlılara kendilerini yalnız bırakmamaları için rica ediyorlardı veyahut Yunanlılarla beraber kaçıyorlardı veyahut da bu gelen düzensiz kötü huylu kuvvetlere karşı silâhı kullanarak cephe kurmaya mecbur kalıyorlardı. İşte Batı Ordusu Komutanı, bu zavallı Müslüman halkın hayatlarını ve mallarını korumak ve düşmanla beraber yürümekten kendilerini alıkoymak için tek bir önlem olmak üzere Simav ve çevresine sadece halka danışman olmak üzere böyle bir heyet göndermişti. Tevfik Bey, bunu da istemedi ve gönderilen bölge komutanlığını beraberindeki jandarmasıyla beraber oradan geri gönderdi. Bu şekildeki muhalefetlerini bir gün o dereceye getirdi ki “Ben Batı Ordusu tanımam” dedi. Yani düşman karşısında silâhlı kuvvet ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Batı Ordusu Komutanı’na isyan ediyordu. Bu olay Başkanlığa gelmişti. Ben bunun bir arabuluculukla halledilmesini çok arzu ediyordum. Bunun için meseleyi resmen Bakanlar Kurulu’na ve Yüce Heyetiniz’e getirmeden önce bizzat halledebileceğimi zannederek girişimde bulundum. Ve burada bulunan Ethem ve Reşid Beyi alarak cepheye gittim. Oradaki komutanlarla görüştüm, tartışma konusu olan nedenler o kadar basit, o kadar anlamsız idi ki, gerçekten ne Reşit Beyce, ne Ethem Beyce ve ne de diğer bu işlerle ilişkide bulunan ve ilgili olan arkadaşlarca önemli görülmedi. Ve bir mesele olarak kabul edilmedi.
Ve Batı Ordusu Komutanı’nın bu görüşteki tebligatının herhangi bir kişi, herhangi bir komutan tarafından reddedilmiş olmasını akla uygun bulmadılar. Bundan dolayı böyle bir sorun âdeta kuruntu olarak kaldı. Fakat hemen arkasından bunlar bu esasın çürük olduğunu görünce ikinci bir esasa geçtiler. Dediler ki: Biz filân, filân, filân komutanları istemeyiz, onlar yapamazlar. İstemedikleri komutanların bütünü göz önüne alınırsa âdeta Batı Ordusunda hiçbir komutan kalmıyordu. Bütün Batı Ordusunu bunların emrine bağlamak gerekiyordu. Halbuki reddettikleri komutanların her biri ayrı ayrı erdem sahibi ve değerli insanlardır. Bu konuda bile iddialarının mantıksız olduğunu görünce ölçeği biraz değiştirdiler ve dediler ki “yalnız filân komutanı istemeyiz”. Örneğin “Refet Beyi istemeyiz” dediler. “Niçin Refet Beyi istemiyorsunuz” dedik. “Güvenim yok” diye cevap verdi. Biz bu güvensizliğin, Refet Beyin yetersizliklerinden olduğunu kabul ederek bunun böyle olmadığını söyledik. Refet Beyin gayet değerli, gayet zeki, gayet cesur ve deneyimli bir komutan olduğunu kendisine söylediğim zaman, böyle özelliklerin herkesten fazla Refet Beyde var olduğuna ve buna herkesten fazla inandıklarını bildirdikten sonra şahsen güvensizlik bildirerek Refet Beyin oradan alınmasını ve Refet Bey ile beraber Karahisar’da bulunan Kolordu Komutanı Fahrettin Beyin de alınmasını arzu ediyorlardı. Fakat böyle her an başka bir evrede, başka bir renkte, başka bir amaçta gösterilen mesele, doğal olarak bizim dikkatimizi çekmişti. Ve bunun için Hükûmet de bu işi bütün imkânları ile araştırmaya ve incelemeye koyuldu. Bu sırada gördük ki bunlar örneğin Demirci Mehmet Efe, Yörük Ali Efe…vs gibi ne kadar böyle kimseler varsa bunların hepsini gizli mektuplar, şifreli mektuplarla, özel adamlarla hükûmet aleyhine, kendisiyle beraberliğe davet ediyordu. Hükûmet bir taraftan bunları öğüt vermek suretiyle akıl mantık çerçevesine çekmeye çalıştığı sırada doğal olarak diğer taraftan da bunların kötülüklerinin memlekete yayılmamasına çalışıyordu, bunun için gereken önlemleri alıyordu. Bu adamlar, baktılar ki bu girişimlerinde de başarılı olamıyorlar, o zaman görüşlerini değiştirdiler. Değiştirdikleri görüş, şimdi arz edeceğim gibi bir anlayışa dayanıyordu. Bu anlayış doğrudan doğruya Reşit Beyin ağzından çıkmış, benim ve Yüce Meclisiniz’de bulunan birçok kişilerin karşısında söylenilmiştir. Bu adamlar demişlerdir ki bizim için, hayatımız, onurumuz, bizim çıkarımız bu milletin, bu vatanın hayat ve çıkarlarından yüksektir. Biz İran’da da, Turan’da da kendimize yaşayacak bir yer buluruz.
Hüseyin Avni Bey (Erzurum)- Tarihini söyler misiniz, ne zaman söylediler?
Mustafa Kemal Paşa (devamla)- O kadar hafızam kuvvetli değildir Beyefendi. İzin verirseniz bunu işitmiş arkadaşlardan Celâl Beyin hâfızası daha kuvvetlidir. Bu on, onbeş gün içinde, son zamanlarda gerçekleşmiştir. Ve yine bu adamlar demişlerdir ki “Biz İzmir ve çevresinde geniş arazi ve çiftliklere ve servete sahibiz ve size katılmakla büyük işler ve büyük fedakârlıklar yaptık, biz Yunanlılarla beraber kalabilirdik ve Venizelos’la ben, diz dize oturabilirdim”. Bundan dolayı birinci hayale, birinci amaca ulaşamayacaklarını gördükten sonra ikinci bir çıkar noktasının ele geçirilmesine girişmişlerdir. Yani hıyanet noktası aramaya girişmişlerdir, bunun için giriştikleri hareket şekilleri şunlardır: Öncelikle, Bolşevikleri aldatmak, komünist renk, şekil ve kisvesinde görünmek, Bolşevikleri aldatmak, Bolşeviklere bu memleket içinde bir coşku, hemen bir inkılâp, bir ihtilâl yapmak imkânı olduğu düşüncesini verdirmek istediler ve bunun için gönderdikleri özel memurlarla burada bir beyanname yazdılar. Öncelikle, Eskişehir’de bulunan işçileri isyan ettirmek istiyorlardı, o işçilere yönelik bir beyanname yazdılar, bastılar, oraya götürüp dağıtacaklardı. Tabiî müsveddesini yazdılar ve makinede bastılar, ancak ondan sonrasına başarılı olamadılar. Bunların bu hareketi önceden belli idi ise de olay hâlinde görelim dedik. Fakat diğer taraftan Bolşevikler de bu adamların böyle mesleksiz ve mezhepsiz olduklarını anlamışlardır. Bundan dolayı kendilerine hıyanete daha uygun olan bir yer, bir ilgi noktası aradılar ve onun için Yunanlılarla dostluk aradılar. Böyle Bolşeviklerle, Yunanlılarla ve aynı zamanda İstanbul’la ve aynı zamanda İngilizlerle böyle çeşitli kılıklara, renklere ve anlayışlara bürünerek çeşitli siyasetler takip ettiler ve çeşitli siyasetler uyguladılar. Hangi siyaset kendi emellerine, yararlarına, hiyanetlerine uygun gelirse; hemen oraya girişmek için hazır bulunuyorlardı. Bir taraftan da milletin birliğini ve özellikle ordunun birlik ve itaatini, güvenliğini bozmak için girişimlerde bulunuyorlardı, orduya sağlepçi kıyafetinde birtakım adamlar soktular ki bunlar askere diyeceklerdi ki: “Derhal subaylarınızı öldürünüz, memleketlerinize gidiniz, böyle bir şeye gerek yoktur” Diğer taraftan da bütün subayların kendileriyle beraber bulunmaları için ayrı ayrı propaganda yapmışlardır, diğer bir yöndeki girişimleri de bütün millet önünde Büyük Millet Meclisi’nin saygıdeğer üyelerini lekelemek, Büyük Millet Meclisi’nin kadir ve onurunu kırmak idi, içe ve dışa karşı bütün bu girişimler sırasında hükûmet önlemlerini uygulamakla beraber söylediğim gibi mümkün olduğu kadar bu adamları düzeltmeye çalıştı.
Ve en son olmak üzere gerek Yüce Heyetiniz’den ve gerek onlara güven verebilecek değerli ve erdemli arkadaşlarımızdan birkaçı tâ oraya kadar gittiler. Kendilerine gereken öğütlerde bulundular. Fakat bu da etkili olmadı. Ve belki bu arkadaşları aldatmak için birçok yalanlar söylemişlerdir. Çünkü bu arkadaşlarla orada düşünce alış-verişinde bulundukları sırada Hükûmetin kendi emirlerine vermiş olduğu bir piyade alayının, 159 ncu alayın subaylarının tamamını tutuklamışlardı ve askerlerine de birer belge verdiler ve bu belgeler üzerinde “Artık savaş bitmiştir, hepimiz padişahın emirlerine itaat edeceğiz, haydi memleketlerinize gidiniz ve bunu yayınlayınız” diye izin vermişler ve ellerinden silâhlarını alarak şuradan, buradan topladıkları adamlara ve ondan sonra da Yunanlılara verdiler. O sıralarda idi ki, yani heyet, daha orada bulunduğu zaman idi ki-hatırınızdadır- doğrudan doğruya Meclis Başkanlığı’na yönelik yazdıkları bir telgraf, daha doğrusu bir protestoname diyelim, çünkü onlar öyle demişlerdi. Bu protestoname ile doğrudan doğruya Yüce Meclis’inizin yasallığına, varlığına tecavüz ve saldırıda bulunmuşlardı. Bütün anlamıyla isyan etmişlerdi.
Nusret Efendi (Erzurum)- Sayın Paşam bu telgrafa isyanname desek doğru olur.
Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Evet bu isyannamelerini kendileri için değerli bir belge kabul ederek düşmanlarımız yanında kendilerini kurtarmaya yetecek bir belge kabul ettiklerinden son elde ettiğimiz belgede bunun bir suretini de düşmanlarımıza vermiş oldukları anlaşılıyor. Bu adamlar, bütün milletin ve memleketin kutsal çıkarlarını küçük görmekten, bu adamlar Yüce Meclis’inize karşı hiçbir alçak ferdin söyleyemeyeceği edepsizce hakaretlere cüret etmekten, bu adamlar, vatan savunması için sınırlarda, cephelerde duran askerlerimize silâhlarını çevirmekten utanmadıkları halde; yine Yüce Meclis’iniz bunların lehinde bulundunuz ve iyiliklerini istediniz. En son kabul etmiş olduğunuz karar, bu adamların sığınmaları durumunda hayatlarının korunacağı ve beklemiş oldukları alçaklıktan dolayı haklarında çıkması doğal olan yasal hükmün alçak gönüllü işaretimle bağışlanacağı sözünün bu emrini harfiyen yaptım. Bu bildiri Batı Ordusu Komutanı İsmet Bey tarafından aynen bunlara bildirilmiştir. Batı Ordusu Komutanı İsmet Bey, her insanın sahip olamayacağı bir büyüklüğü de kendiliğinden göstermiştir. Bu adamların kafasını on kere parçalamak için sonsuz fırsatlara sahip iken, çok kuvvetli bölükler elinde iken ve bütün duruma hâkim iken vurmamıştır. Vuracağı zaman demiştir ki…(hata etmiş sesleri) o hata etmemiştir, o daima Yüce Meclis’inizin kararlarına uygun hareket etmekle çok büyük bir sevap işlemiştir (doğrudur sesleri). İsmet Bey, bunlara demiştir ki: “İşte Büyük Millet Meclisi’nin size olan en büyük iyiliği güzelliği; bunu size resmen bildiriyorum. Fakat özel olarak kendiliğimden de diyorum ki, yaptığınız hıyanet, cinayet ve alçaklıktır. Güvenecek hiçbir şeyiniz yoktur, beraberinizdeki kuvvetleri pek abartılı olarak söylüyorsunuz, ben onu üç katı kabul ederek önlemlerimi almışımdır. Bundan dolayı Büyük Millet Meclisi’nin emrine uyunuz”. Bu adamlar ona da uymamışlardır. İşte ondan sonra ordu komutanı, bölükleri bunların bulunduğu yöne yöneltmiştir. Halbuki bunlar, daha önce Yunanlılarla ittifak etmişlerdir ve bütün aşamalar gösteriyor ki bu ittifaklarını fiilen göstermek için bahane arıyorlardı. Ordu, Gediz yönüne yönelince bunların beraberlerinde bulunan ve büyük kısmı zorla tutulabilen insanlar hemen durumu anladılar ve kısım kısım ayrıldılar ve bu ayrılanların bir kısmı orduya katılmıştır ve bir kısmı da katılmak üzere bulunuyor. Ethem, Tevfik ve Reşit Beyler, doğrudan doğruya beraberlerinde kalan bir kısım kuvvetler ki -en son durumla üç yüz kişi kadar görülmüştür- bunlarla kayıtsız şartsız Yunanlıların emrine girmiştir (kahrolsun, lânet olsun sesleri). Yunanlılara, şüphe yok ki bunlar birçok sırrı bildirmişlerdir. Yalnız bu adamlar doğal olarak ne ordumuzu bilirler ve ne de ordumuzun kahramanlığını gereği gibi değerlendirilebilirler. Onların sır olarak bildirdikleri şeyin etkili hükmü yoktur. Fakat her halde abartılı bir şekilde vermiş oldukları bilgi ve açıklamalar Yunan ordusunu ve İngilizleri olağanüstü heveslendirmiştir. Bunun sonucu olarak iki gün önce Yunan ordusu bütün Batı Cephesinin her noktasında, kendi safları arasında Ethem Bey dahil olduğu halde, taarruza geçmişlerdir (Allah kahretsin sesleri).
Nusret Efendi (Erzurum)- Paşam artık bey demeyiniz, hain deyiniz.
Mustafa Kemal Paşa (devamla)- İşte Ethem, Tevfik ve Reşit Beylerin bu hain hareketlerini fiilen bile gösterdikten sonra elbette haklarında verilecek olan hüküm çok açıktır. Doğal olarak o dakikadan itibaren bunlar bizim için hiçbir soyluluk sıfatına sahip olamazlar ve dikkatinizi çekmek için Ethem ve Tevfik hainleri diyeceğim. Ancak henüz Büyük Millet Meclisi üyeliği sıfatını taşımakta bulunan Reşit Bey hakkında da aynı şeyi kullanmak zorundayım. Yüce Heyetiniz’e saygıyla bunu söyleyebilmek için Reşit Beyin üyelikten düşmesi için oy vermenizi istiyorum (kabul, reye sesleri).
Reis- Millet ve memleketin yararları aleyhine silâh kullanarak düşmanlarla işbirliği yapan Saruhan Milletvekili Reşit Beyin milletvekilliğinden atılmasını kabul edenler el kaldırsın… Çoğunlukla kabul edilmiştir. (Alkışlar).
Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Bundan dolayı Efendiler, artık Ethem, Tevfik ve Reşit sorunu kalmamıştır. Beraberlerindeki namuslu kuvvetler ayrılmışlar ve orduya katılmışlardır. Ve kendileri de ne kadar âciz ve önemsiz olduklarını anlamışlardır. Ve en son kendilerine lâyık olan yeri de ancak Rum ordularının safları yanında bulabilmişlerdir. Şimdi karşınızda bir Yunan meselesi vardır. Bu nedenle belki gerekirse Millî Savunma Bakanı Paşa da durum geliştikçe doğal olarak açıklamada bulunurlar. Ben yalnız ufak bir özet yapayım.
Vehbi Bey (Karesi)- Bir şey söyleyeceğim. Bizim arkadaşlardan Saruhan Milletvekili Reşat Bey vardı, acaba o ne oldu?
Mustafa Kemal Paşa (devamla)- Efendim Saruhan Milletvekili Reşat Bey, Saruhan Mutasarrıfı Aziz Bey ve Demirci Kaymakamı Hilmî Bey daha önce İsmet Beyin yanına gelmişlerdi. Ve onlar, gizlice bu adamların Yunanlılarla ilişkide bulunduklarını bildirmişlerdi ve İsmet Bey sanırım onları beraberinde bulundurdu. Efendim önceki gün düşman Yenişehir, İnegöl, Gediz ve Uşak’tan, yani her noktadan taarruz etmiştir. Uşak’tan doğuya ilerlemek isteyen düşmana karşı Güney Ordusu Komutanı Refet Bey ve orada bulunan Kolordu Komutanı Fahrettin Bey taraflarından hızlı bir şekilde alınan önlemler karşısında düşman Uşak’ın çok yakınındaki İslâm köyünden ileri geçememiştir. Orada bekledi, dün ve bugün hiçbir hareket ve faaliyeti görülmemiştir. Gediz’de bulunan kuvvetimize Ethem 300 kişi kadar bir kuvvetle taarruz etmiştir. Doğal olarak püskürtülmüştür. Bunun taarruzu üzerine doğal olarak oradaki kuvvetlerimiz karşı taarruza geçmiş, takip ediyordu. Son durumu henüz takip ediyoruz.
Bunlar önemli şeyler değildir. Daha çok olayları halledeceğiz. Kuzeyde, efendim bildiğiniz gibi Yenişehir ve İnegöl’de büyük kuvvetlerimiz yoktur. İleri karakol postası hâlinde ufak birliklerimiz var, asıl mevzilerimiz daha doğudadır. Örneğin, Köprühisar’da mevziimiz vardır. Onun güneyinde Nazifpaşa’da esaslı sağlamlaştırılmış mevzilerimiz vardır. Düşman, Köprühisar mevzilerine önemli bir kuvvetle ilerledi, taarruz etti. Fakat bu taarruzunda başarılı olamadı, püskürtüldü. Kuvvetini tekrar bir alayla destekledi. Dün akşamki durumda bozulup giden kuvvetlerle onu sıkıştıran kuvvet mevziin karşısında kalmıştır. Bugün de en son bilgime göre düşman tarafından yeni bir hareket gerçekleşmedi. Yeni bir faaliyet görülmüş değildir. Bunun güneyinde İnegöl doğusundaki Nazifpaşa mevkiine düşman fazla bir kuvvetle fazla bir baskı yapmıştır. Fakat son okuduğum raporda durum o baskıyı izleyen bir hareket eseri göstermemiş olduğu merkezinde idi. Elbette meseleye, netleşmiş, henüz tamamen açılmış gözüyle bakılmaz. Henüz düşmana karşı var olan kuvvetlerimizi kullanmamışız ve karşılaşan, bekleyen,küçük, hareketli kuvvetlerimiz esas düşman karşısında bırakılmış olan kuvvetlerdir.
Yalnız şurasını söyleyeyim ki bu adamlar Ethem ve Tevfik, bir iki aydan beri uygulama sahasına koymak istedikleri emelleri peşinde bizi ve orduyu biraz uğraştırmışlardır. Bu uğraşılar yüzünden memleket ve millet hesabına çok büyük zararlar olmuştur, çok fırsatlar kaybedilmiştir. İnşallah bundan sonra o fırsatları değerlendiririz (inşallah sesleri). Efendiler amacımız haklıdır, başarma inancımız sarsılmazdır. Bundan dolayı içteki ve dıştaki düşmanlarımız ister çok ister az olsun, girişimlerinin genişliği ne olursa olsun, kesin başarı, son başarı, haklı bir amaç takip edenlerin olacaktır.